Hangi Çiçekten Çalıntıdır Huyun?
☂️
MAYIS
İnsan keyif aldığı şeylere tutunur. Kimisi kitapları sever, kimisi insanları, kimisi hayvanları, kimisi ise kahvelere hayrandır. Milyarlarca insan, hayata tutunmak için bileğine bir halat bağlar ve her halatın kendine özgü bir rengi, dokusu vardır. Her insanın kokusu farklıdır, her insanın bakışı özeldir. Biz insanlar yalnızca parmak izlerimizle ayrılmaz, aynı zamanda ruhlarımızı yaşattığımız şekilde de özelleşiriz. Duygular kimliklerimizi belirler, karakterlerimiz çevremizin sınırlarını çizer ve sözlerimiz çevremizi görünmez bir çemberin içinde tutar.
Kapımdan dükkanıma giren, kapı üzerindeki zili çaldıran herkese aynı davranırım. Hiçbir insanın aynı olmadığını bilerek ama kendi çizgimi koruyarak insanlara yaklaşırım. Kafeye her gün birbirinden farklı birçok insan girer. Sanırım gün içerisinde en keyif aldığım şey, insanları izlemek, onların üzerinde bıraktığım etkiyi hissetmektir.
Takvimler mayısın onunu gösterdiğinde ben yine her zamanki rutinimi gerçekleştirmek için dükkânın kepenklerini kaldırdım. Saat beş buçuktu ve hava çok karanlıktı. Yine de kulaklığımdan kulağıma ulaşan şarkı sayesinde havanın kasveti beni etkilemiyordu. Hafifçe dans ederek dükkânın kilidini açtım ve içeri girdim. Kapının üzerine asılı olan zil, ben kapıyı açınca çaldı.
Adım atar atmaz tezgâha doğru ilerledim ve ışıkları açtım. Üzerimdeki ince ceketi askılığa astıktan sonra kahve makinesini, ocağı, fırını açtım ve önlüğümü giyip kahveyi demlemeye koyuldum. Kulaklığımı kulağımdan çıkarmamış, hareketli müziği kesmemiştim. Yerimde hafifçe dans ederek kahveyi demledim ve ardından poğaça hamurunu yapmaya koyuldum.
Perçemlerim burnumu kaşındırınca çekmecemdeki bandanamı alıp başıma geçirdim. Hamur mayalandıktan sonra şekil verip tepsiye dizdim ve fırına gönderdim. Ocağa tencereyi koydum ve meşhur yumurtalı sandviçim için yumurtalar haşlanmaya başladı.
Kulağımdaki kulakları çıkarttım. Çantamın içerisinde koyduktan sonra tezgâhın sonundaki radyoya uzandım ve her zamandaki kanalı ayarladım. Neşeli bir şarkı kulaklarıma dolunca gülümsedim ve hızlıca fırına doğru ilerledim. Poğaçaları kontrol ettim, pişmek üzerelerdi. Gülümsedim ve yumurtaları kontrol ettim. Sayaca göz atınca yumurtaların yeterince haşlandığını gördüm ve ocağı söndürdüm. Parmaklarım yana yana yumurtaları soydum ve sandviç için gerekli diğer malzemeleri de doğrayıp hazır olanları paketledim.
Kahvenin de demlendiğini gördüğümde zilin sesini duydum. İlk müşterim gelmişti. Arkamı döndüm ve gelen kişiye gülümsedim. Hava henüz aydınlık değildi. Bu yüzden insanların yüzünde bendeki gibi bir tebessüm görmeyi beklemiyordum. Karşımdaki beyefendide de o gülümseme yoktu. Ben yadırgamadan gülümsedim.
Genç biriydi. Üzerinde ince montu vardı ve elleri montun cebindeydi. Kulak üstü kulaklık takmıştı, dükkâna girdiğinde boynuna indirdi.
“Günaydın.” diyerek selamladım.
“Ne kadar güzel bir koku bu böyle.” Adam, hafif tebessüm ederek konuştu. Söyledikleri yüzümdeki tebessümü genişletti.
“Poğaçalarım henüz fırından çıktı.” Poğaça tepsisini gösterdim. “Özel tarifimdir. Beğeneceğinize eminim.”
“Küçük boy filtre kahve ve bir poğaça alayım o zaman ben.” dedi ve montunun iç cebindeki cüzdanına uzandı.
“Hemen!” Tepsiye ilerledim ve iki poğaçayı paketledikten sonra karton bardağa kahve doldurup kapağını kapattım. Tutamaç geçirdikten sonra siparişi müşteriye doğru uzattım. Gülümseyerek aldı ve ödemesini yaptı. Önce kahveyi, ardından da poğaça paketini bir kez daha kokladıktan sonra dükkândan gülümseyerek ayrıldı.
Yaptığım işten bu yüzden keyif alıyordum. İnsan dediğin birçok şeyi kafasına takan yaralı bir varlıktır. Yaralarımız bazen derimizin üzerinden görünür bazen ruhumuzu kanatır. Ben görünen ve görünmeyen yaraları hissederim. Her insanın elbet bir yarası olduğunu bilirim. Gülümserim. İyi bir hizmet veririm. İnsanları gülümsetir, ben daha çok gülerim.
Sabahın kaçında geliyor olursam olayım bir müşterimin Kahveyaz’dan mutlulukta ayrıldığını göreyim, bütün yorgunluğum ve uykusuzluğum gider. Yorgun ve uykusuz adamı dükkanımdan gülümseyerek uğurlamak benim için tarifsiz bir duyguydu bu yüzden.
Günüm böyle yavaş ve sakin başlar ama saat yedi-sekiz arasındayken hareketlenirdi. Dükkâna giren müşteriler artar, masalar dolar, radyodan yayılan sesi duymamı engelleyecek kadar sohbetler edilmeye başlanırdı.
Bu sabah da diğer sabahlarımdan farklı olmadı. Hareketlilik her zamanki gibi kendisini koruyordu ama her günü diğer günlerden ayıran bir şey elbet olur, değil mi?
Kaderin mürekkebi her gün aynı renkte akmaz kâğıda, değil mi?
☂️
ŞAFAK
“Burası neden kapalı ki şimdi?” Camdan hafifçe eğilince gördüğüm manzara beni büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Her sabah kahve almaya geldiğim mekân, teknik bir aksaklık nedeniyle bir gün kapalı olacağını ve o günün bugün olduğuna dair bir yazı asmıştı kapısına.
Ve ne büyük tesadüftür ki dokuzda bir toplantım var ve bu toplantıya hazırlanmak için bir kahveye her şeyden çok ihtiyacım var.
“Ne yapmamı istersiniz efendim?” Şoför koltuğundaki Ömer, dikiz aynasından bana bakarak sordu.
“Bilmiyorum Ömer.” diye sitem ettim. Henüz ayılmamıştım ve düşünecek enerjim de yoktu açıkçası. Sabah dörde kadar uyumamıştım zaten ve sabahın yedisinde de kahveyi nereden bulacağımı düşünemeyecek kadar yorgunum. “Şirketteki aptal makine için teknik ekipten kimse de gelmedi, değil mi?”
Ömer beni başıyla onayladı. “Benim kahve aldığım bir başka dükkân var.” dediğinde kaşlarımı çattım. “Pek tanınmış bir kahve dükkânı değil ama kendi halinde küçük bir işletme.” Bu tarz işletmelere sıcak bakmadığımı bildiği için biraz çekinerek söylemişti. Bu küçük işletmeler fazla kuralsız olduğu için bu tarz yerlere girmekten kaçınırım. Ne zaman küçük bir işletmeye girsem ne güzel bir hizmet görürüm ne de ürünlerini severim çünkü kurumsallıktan uzak bu işletmeler, müşteri memnuniyetinden çok kâr amaçlı çalışıyorlar. Bu yüzden Ömer’in önerisini kafamda hemen silmiştim.
“Başka bir yer yok mu bu Allah’ın işlek caddesinde?” diye söylendim.
“Yok efendim.” Ömer bana döndü. Tam çaprazında oturuyordum. “CoffeeShop, kendisine rakip olacak işletmeleri bu cadde üzerinde bulundurmuyor maalesef.” CoffeeShop, her sabah kahve aldığım mekandı. Bizim çalışanlar da burayı tercih ediyordu. Aslında ben bu semtteki herkesin aynı kahve dükkanını tercih ettiğini düşünüyordum. Aslında CoffeeShop bizi buna mecbur bırakacak bir politikaya sahipmiş. Şaşırmıştım.
E peki az önceki bahsettiği mekân nasıl bu caddede olabiliyordu o zaman?
“O küçük işletmenin ne işi var o zaman?” diye sordum. Ömer güldü.
“O da mekânın sahibinin bileceği iş.” dedi. Bu küçük işletme ilgimi çekmişti.
“Oraya sür Ömer.” dedim ve pencereden dışarıya bakmaya başladım.
Bugün kahvemin tadı farklı olacaktı.
☂️
MAYIS
Fırından poğaçaların kokusunu aldığım için hızlı adımlarla fırına doğru ilerledim ve tepsiye göz attım. Poğaçalar hazırdı. Fırını kapattım ve tepsiyi dikkatlice mutfak tezgahına koydum. Elimdeki eldivenleri çıkarmak üzereyken kapının zili tekrar duyuldu ve bakışlarımı kapıya yönelttim.
Bir başka beyefendi dükkâna giriş yaptı. Üzerindeki takım elbisesine bakılırsa karşı caddedeki plazaların birinde çalışıyordu. Aslında bu tip insanlar benim dükkanım yerine caddenin sonundaki CoffeeShop’u tercih ederdi. Böyle birini görmek beni de şaşırtmıştı ama şaşkınlığımı belli etmedim.
Adam, telefonu kulağında içeri girdi. Bakışları elindeki dosyanın üzerindeydi. Telefondaki kişiye dosyaya bakıp bir şeyler söylerken bana doğru adımlamaya başladı. Esmer biriydi. Saçları özenle taranmış ve şekil verilmişti. Gömleğinde de ceketinde de bir kırışıklık yoktu. Kravatı siyah, gömleği beyazdı. Sıradan bir çalışan gibi görünüyordu.
Ben bu tarz kurumsal bir hayat yaşayamayacağımı bildiğim için o kravat sanki benim boğazımı sıkıyormuş gibi hissettim ama yüzümdeki gülümsemeyi bozmadan adama bakmaya devam ettim. Keşke telefonu kapatsa da artık göz göze gelsek, o da siparişini verseydi.
Çok uzun sürmedi. Başını hafifçe eğip derin bir nefes çekti ciğerlerine, sonra kaşları çatıldı. Bakışlarını dosyadan kaldırdı, telefonu kapattı ve tezgâhın diğer tarafındaki benle gözleri buluştu. Gözleri kahveydi, yüzü sakallı fakat sakalları biçimli ve kısaydı. O kadar resmî duruyordu ki tezgâhın üzerinden atlayıp şöyle bir saçlarını dağıtasım geldi. İnsan bu resmiyet, bu düzenin içinde boğulurdu canım.
“Hoş geldiniz!” deyip gülümsedim. O gülmüyordu.
Bana bir süre baktı, neden sabah sabah gülüyor bu kadın der gibi baktı. Sonra, “Orta boy filtre kahve alayım.” dedi.
“Tabii.” Hemen kahvesini doldurmaya koyuldum. Arkamı döndüğümde ellerini tezgâha koyduğunu ve tezgahtaki poğaçalara baktığını gördüm.
“Poğaçaları siz mi yaptınız?” diye sordu şaşkınlıkla. Ne vardı canım bunda şaşıracak?
“Evet.” dedim gülümseyerek. “Her sabah çıkartırım. Kendi özel tarifimdir.” Kahve gözleri, yüzümde bir süre dolandı. Başımdaki bandanaya, çiçekli önlüğüme baktı. Tezgâhın diğer tarafında olduğum için göğüs hizama kadar bana bakabilirdi ve tam olarak öyle yaptı. Kaşlarını çatışı bitmedi gitti. “İki tane de poğaça olsun.” dedi. Hızla poğaçaları da paketledim. O bu sırada dükkâna bir göz atıyordu. Beyaz masalara, masaların üzerindeki çiçeklerime, duvarlardaki tablolara, raflardaki dekorlara, tezgahtaki tatlılara göz gezdirdi. Ben de elimde onun siparişlerini öylece tutuyordum.
Etrafa göz atmayı kesip bana dönünce ve beni öyle görünce kaşlarını hafifçe çattı ama hafif bir tebessüm de etti.
“Siz mi işletiyorsunuz burayı?” diye sordu elimdeki paketleri alırken.
“Evet.” Gözleri çok kısa bir süre gülüşümde kaldı. “Uzun zamandır burası bana ait.”
Ödeme yapmak için eli cüzdanına gitti. Ben de pos cihazına tutarı girdim ve ona uzattım. “Siz de plazalarda çalışıyor olmalısınız.” diye eklediğimde dudaklarında çarpık bir tebessüm oluştu.
“Her takım elbise giymiş müşteriye sorar mısınız bu soruyu?” diye sordu.
Yanlış bir şey yaptığımı düşündüm. “Kusura bakmayın, ön yargılı davranmak istemedim.”
Gülüşü büyüdü. “Sorun değil.” Cüzdanını ceketinin iç cebine koydu. “Evet, Milas Holding’de çalışıyorum.” Paketini eline aldıktan sonra bana baktı tekrardan.
“Plaza çalışanları pek uğramaz buraya. O yüzden şaşırdım yani. Yoksa size özel değildi bu tavrım.” Ellerimi tezgâha koydum.
“Bunun bir sebebi var mı?” Tek kaşını kaldırmıştı. “Yani plaza çalışanlarının buraya gelmemesinin bir nedeni var mı?” Gerçekten merak ettiği bir soruydu bu sanırım çünkü tüm ilgisiyle vereceğim cevabı beklemeye başladı.
“Tercih meselesi olduğunu düşünüyorum. Küçük işletmeler yerine kurumsallaşmış ve adı fazlasıyla duyulmuş mekânlar daha çok ilgi görüyor. Bu yalnızca bizim sektörümüzde olan bir şey değil, sizin de bildiğiniz gibi.” Gülümsedim. “Ama çok isterim yani.” diye eklediğimde yüzünde çok hafif bir tebessüm oluştu. “Herkesin Kahveyaz’a gelmesini çok isterim.”
Bir şey demek yerine yüzüme baktığı için, “Umarım poğaçaları seversiniz. İyi günler dilerim.” diyerek konuşmayı sonlandırdım.
Söylediklerimin üzerine de bir şey demedi ve geldiği gibi çıkıp gitti.
“Hu hu!” Bir el yüzümün önünde sallanınca kendime geldim. Giden adamın arkasından baktığımın farkında değildim. “Dondun kaldın, hayırdır?” diye sordu Yağmur.
Sağ elim karnıma gitti. “Ne donması canım? Gözüm takıldı bir anlığına, ondan.” deyip işime geri döndüm. Yine de tuhaf bir şeyler hissettim. Her günden farklı bir şeyler hissettim ama adını koyamadım.
☂️
ŞAFAK
“İyi misiniz efendim?” Ömer’in sesini duyunca camdaki bakışlarımı ona çevirdim. Şirkete gelmiştik bile ama fark etmemiştim. Kesinlikle sağlam bir uykuya ihtiyacım vardı.
“İyiyim, Ömer.” Evrak çantasını, kahveyi ve poğaça paketini aldım. Bütün arabayı sarmıştı poğaçaların kokusu. Dün akşamdan beridir yalnızca kahveyle beslendiğim için poğaçaların kokusu her saniye daha da cezbedici geliyordu. İnmeden önce paketi Ömer’e uzattım. O da açtır büyük ihtimalle.
“Sağ olun, efendim. Ben sizi bıraktıktan sonra gideceğim oraya zaten.” dedi. Ömer’in sürekli buraya gittiğini bilmiyordum ve şaşırmıştım açıkçası. Bir şey demeden arabadan indim ve binaya giriş yaptım.
“Günaydın, Şafak Bey.” Cümlelerinin hepsine karşılık verdim ve asansöre bindim. Odama gelmek üzereyken sekreterim Ahra, elindeki dosyalara çekidüzen verdi ve ben girdikten sonra odaya girmek için hazırlanmaya başladı.
“On dakika sonra gel, Ahra.” dedim ve vereceği cevabı duymadan odama girdim. Evrak çantasını masaya bıraktım. Koltuğuma oturduktan sonra poğaça paketini elime aldım ve bir poğaçayı peçeteyle tutarak yemeye başladım.
Yardımcım Gülfem Hanım’ın poğaçalarından bile daha güzel bir tadı olması beni şaşırttı. Yüzümde anlam veremediğim bir gülümseme oluştu. Dükkandaki kadının silüeti gözlerimin önüne gelince kaşlarımı çattım. Uzun kahve saçları, çiçekli önlüğü, tuhaf bandanasıyla ilgi çekici bir imaj bırakmıştı üzerimde. Bir de sürekli gülüyordu? İnsan gülmeli, ben de bunu savunurum ama bir insan yüzünden tebessümü hiç mi silmezdi? Bir insanın gözleri her saniye gülebilir miydi? Bu kadın tam olarak bu soruların cevabıydı. Benimle konuşurken göz temasını kesmemesi ve gözlerinin sürekli gülmesi beni afallatmıştı. Sabah sabah böyle bir enerjiyi beklemiyordum. Bu işini severek yapmanın çok daha öte bir şeydi ama ben çözemedim.
Kravatımı biraz gevşettim. Kahveye uzandım ve bir yudum aldım. Sırtımı koltuğa yaslayıp bilgisayarın açılmasını beklemeye başladım. Poğaçadan bir ısırık daha almışken kapı tıklatıldı. Bir saniye sonra kapı açılınca gelen kişinin kim olduğunu anlamam uzun sürmedi. Gel komutunu beklemeden odama giren bir tane gamsız arkadaşım vardı sonuçta.
“Şu tipe bak!” diyerek girdi içeri Hakan. “Üzerinden dozer mi geçti kardeşim?”
“Sana da günaydın Hakan.” deyip gözlerimi bilgisayarıma çevirdim. Ahra’nın attığı e-postalara bakmak üzereyken Hakan masadaki poğaça paketine uzandı ve içindeki ikinci poğaçayı aldı.
“Ne güzel kokuyor. Karnım da açtı, sağ ol kardeşim.” diyerek poğaçadan kocaman bir ısırık aldı. Masanın önündeki deri koltuklara oturdu ve ayaklarını sehpaya uzattı. “Uyumadın mı hakikaten?” diye sorduğunda omuz silktim. Bu toplantı sahiden de çok önemli bir toplantıydı ve en ufak hataya tahammülüm yoktu.
“Uyumadım.” deyip kahveden büyük bir yudum aldım. Kahvenin tadı, her içtiğimde damağımda kalıyordu.
“Kim yaptı bu poğaçaları? Annemin güzel elleri duymasın, tadı çok iyi.” Büyük bir ısırık daha aldı poğaçadan.
“Kahveyaz’dan aldım.”
“O neymiş öyle?” diye sorunca gülmeden edemedim. Bu çocukla yaşıt olduğumu kim iddia edebilir ki?
“Pavyon kardeşim. Pavyondan poğaça aldım sana, yersin diye.” Güldü.
“Bunu da bizzat annem duymasın.” deyip poğaçayı bitirdi.
“Caddedeki kahve dükkanından aldım.” dediğimde güldü.
“Ne işin var senin orada? Kurtlar kapmadı mı seni?” Bu tarz işletmelere gitmediğimi bildiği için mübalağası yersiz değildi. Durumu anlattığımda suratıma tuhaf tuhaf baktı. “Sen niye alttan alttan gülüyorsun?” diye sorduğunda anlamaz bakışlar attım. Hiç de gülmüyordum aslında. “Aklın başka yerde kalmış senin. Konuşurken suratımda bir şey varmış gibi bakıp gülüyorsun.”
Kaşlarımı çattım. “Ne diyorsun sabah sabah?” diye söylendim. Kaşlarını bilmiş bir havayla kaldırdı ve sanki açığımı yakalamış gibi sırıttı. Hakikaten sabah sabah hiç çekilmiyordu bu adam. Bir şey demeden ama sırıtarak ve kapıyı kapamadan önce bana doğru dönüp işaret parmağını bana doğru sallayarak odamı terk etti.
Kahveden bir yudum aldım. E-postaları okurken dudaklarımdaki hafif tebessümü hissedince kaşlarımı çattım. Başımı bilgisayardan kaldırdım ve odada bir süre gezdirdim.
“Neye gülüyorum lan ben?”
Kahveden tekrar bir yudum aldım. Kahvenin tadı yalnızca damağımda değil dudaklarımda da kalmıştı anlaşılan.
☂️
MAYIS
Mayısın on birine gözlerimi açtığımda gün benim için yine aynı şekilde başladı. Kahveyi demledim, poğaçalarımı ve sandviçlerimi yaptım. İlk müşterim dükkâna girdi ve sabahın o tatlı koşuşturması yeniden başladı. Birkaç saat boyunca gelen siparişlerle ilgilendim, müşterilerle küçük tatlı sohbetlere girdim. Artık Kahveyaz’a gelen çoğu kişiyi tanıdığım için sabahları onlarla kısa da olsa sohbet ediyordum. Günlerinin stresli geçip geçmeyeceğini, bugün ruh hallerinin nasıl olduğunu onlardan öğreniyordum ve bence yetişkin her insanın bir dakika bile olsa böyle bir sohbete girmeye ihtiyacı vardı.
Gün içerisinde yeterince bunalıyordu insanlar. İş yükü, stresi insanın içini içten içe kemiriyordu. Ben kendi işimi elime aldığım için bu kadar stres altında değildim ama çalışanlar maalesef ki hayatlarını tamamen işine ve ailesine adamıştı. Ruhsuz bedenler görmek beni üzüyordu ve bir dakika bile olsa insanları o streslerinden uzak tutmak bana da iyi geliyordu.
Bu sabah da tanıdıklarımla sohbet ettim. Yağmur gelene kadar işleri kendimce halletmeye koyuldum. Annesi bir haftadır hasta olduğu için benimle dükkânı açamıyor, ancak yedi-sekiz gibi geliyordu dükkâna. Bir süre sabahları kendi başıma olacaktım ama sorun etmiyordum.
Yağmur, dükkândan içeri ilk girdiği günden beridir benim yakın arkadaşım olmuştu. Açıkçası hiç arkadaşım olmadığı için direkt yakın arkadaşlık kategorisine yükselmişti ama konumuz bu değil elbette. İşe ihtiyacı olduğunu dile getirmiş, elaman aramasam bile burada çalışmak istediğini söylemişti.
O zamanlar Kahveyaz’ı yeni açmıştım ve sürekli bir masraf çıktığı için kendim bile zor geçiniyordum. Bu yüzden Yağmur’u işe alamazdım ama çok ısrarcıydı. Burayı beraber çekip çevirebileceğimize inandığını söylemişti ve benim durumuma bakılırsa da birkaç aya bir yardımcı olmadan burayı işletemeyeceğimi dile getirmişti. Alttan girip üstten çıkmıştı yani.
Ben de her şeyi kabul ettiğini dile getirerek Yağmur’u hayatıma aldım. Bir arkadaştan öte oldu benim için. Anlattığım her şeyi hemen öğrendi. İtiraz etmedi, bir of demedi. Çalışmak istedi, kendi ayakları üzerinde duran bir kadın olmak istedi ve başardı. Şimdi onunla gurur duyuyorum. Hem annesine hem de kendisine bakan çok güçlü bir kadın o.
Poğaçaları soğuması için tezgâha özenle dizerken kapının zili çalınca bakışlarımı kapıya yönelttim. Onu karşımda görmeyi beklemiyordum açıkçası. Onun bir daha buraya uğrayacağını düşünmüyordum ama gelmişti.
Üzerinde yine takım elbisesi vardı. Bu sefer elinde dosyalar yoktu. Saçları yine taranmış, gömleği dünün aksine maviydi. Yüzündeki o düz ifade hâlâ yerini koruyordu. Düne göre daha dinlenmiş gözüküyordu. Dün uykusuz olduğu belliydi ama bugün uykusunu almıştı anlaşılan.
“Hoş geldiniz!” dedim gülümseyerek. “Sizi tekrar gördüğüme sevindim.” diye eklediğimde şaşırmıştı. Çok hafif tebessüm etti.
“Günaydın.” dedi. Gözleri hemen tezgâha yöneldi ve yeni çıkmış poğaçaları görmek onu mutlu etti. “Bugün biraz vaktim var, o yüzden burada kahvaltı edeceğim.” Başımla onayladım hemen. “Bir filtre kahve ve iki poğaça alabilir miyim?”
“Tabii, hemen.” dedim ve kahve makinesine yöneldim. Tezgâhın sonuna doğru ilerledi. Kahveyi doldurup iki poğaçayı da servis tabağına koyduktan sonra tepsi ile ona uzattım. “Afiyet olsun.”
Bir şey demeden pencere kenarındaki bir masaya oturdu. Telefonunu eline alıp dikkatini oraya verdiğinde ben hâlâ onu izlediğimi fark ettiğim için hızla başımı iki yana salladım ve işime geri döndüm.
Adam buraya o kadar aykırı duruyordu ki bakmadan edemiyordum. İnsanları yargılayan biri değildim ama benim küçük dükkanıma takım elbisesiyle, dik duruşuyla, ciddi yüz ifadesiyle aykırı duruyordu ve gülesim geliyordu. Elimde değildi işte.
Yine de onu burada tekrar görmek güzeldi.
☂️
ŞAFAK
Hangi akla hizmet buraya tekrar geldiğimi bilmiyordum. Dün yüzümde fark ettiğim o anlamsız gülümsemeden sonra bu olayın tekrarlanıp tekrarlanmayacağını görmek için geldiğimi düşünüyordum ama dükkâna girdikten sonra bu düşüncelerim değişti.
Ben yanılmak istiyordum. Bu dükkânın benim üzerimde bir etkisi olmayacağını kendime göstermek istiyordum çünkü sıradan bir dükkandı işte. Masalarda çiçekler olması, eski bir radyodan şarkılar çalınması, köşede bir kitaplığın olması, mavi raflarda fotoğraflı çerçeveler, güzel çiçekler olması bu mekânı diğer işletmelerden farklı yapmıyordu. Şöminede çıtırdayan odun sesleri, tezgâhın arkasındaki o kadının arada kulaklarıma dolan küçük kahkahası, müşterilerle girdiği o kısa sohbetler gayet sıradandı.
Benimle de o kısa sohbetlerden birini etmesini istemek, saçmalıktı.
Bir müşteri ile sohbet ediyordu. Genç bir çocuktu. Büyük ihtimalle üniversite öğrencisiydi. CoffeeShop’taki gibi prizli masalar yoktu burada ama yine de burayı tercih etmişti. Yeni bir kahve denemek istediğini söylemişti kadına. Kadın da heyecanla menüdeki kahveleri anlatıyordu. Karamel sevdiğini öğrendiği için de karamelli latte önermişti. Çocuk kabul edince kahve makinesinin önüne geçti ve bir karton bardak alıp kahveyi yapmaya başladı. Çocuk elindeki telefonla ilgilenirken radyoda çalan şarkı bütün dükkânda duyulmaya başlandı.
Elimdeki telefona bakarken onun sesini duydum. Kahveyi hazırlarken radyoda çalan şarkıyı nakarattayken söylemeye başlamıştı. Makineden çıkan seslere onun sesi karışmıştı ve yüzünde asılı kalmış tebessümle şarkıya eşlik ediyordu. Onu dinlemek, onu işini yaparken izlemek, göğsümde bir soğukluk hissetmeme sebep oldu. Soğuktan donmak değil de soğukla ferahlamak gibi bir histi.
Gözlerimi ondan da yaptığı işten de çektim. Ne ara masaya koyduğumu bilmediğim telefonu elime aldım ve onun neşeli sesini duymamayı umarak telefonumla ilgilenmeye devam ettim. Poğaçaları yemeyip bitirmiş ve kahvemin son yudumlarını içerken o tuhaf zil tekrar çaldı. Kapının üzerindeki zil, kapı her açıldığında çalıyordu ve onun ilgi dolu bakışları da hemen kapıya çevriliyordu. İçimde anlamsız bir şekilde beliren onun adını öğrenme isteği beni şaşırttı.
Küçük bir kız çocuğu belirdi dükkânda. Saçları sapsarıydı. Sırtında pembe bir çantası, üzerinde kırmızı bir okul forması vardı. Koşa koşa tezgâha doğru ilerleyince bakışlarımı kadına çevirdim. Gelen çocuğa kollarını açtı. Küçük kız, tezgâhın diğer tarafına geçerek kadına sarıldı.
“Günaydın anneciğim.” Kadının ilgi dolu sesini duyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Bir kızı mı vardı? Hem de okula giden bir kızı mı vardı? Kaç yaşındaydı bu kadın?
“Günaydın anne.” diyen tatlı kız, uzandı ve annesinin yanaklarına iki öpücük kondurdu. Tuhaf hissettim.
“Yağmur nerede birtanem?” Kadının söylediklerinden sonra kapı tekrar açıldı ve bir kadın içeri girdi. Kucağında büyük bir koli tutuyordu ve içeri girerken zorlanmıştı. Kalkıp yardım etsem mi diye düşündüm.
“Yağmur can çekişiyor annesi.” Konuşan Yağmur olmalıydı. Sesindeki kinaye hafif bir tebessüm ettirdi. “Yağmur’un dermanı kalmadı annesi.” Kadın, Yağmur’a yardım etmek için ona doğru yürürken “Yerinde kal, annesi.” deyince gülüşüm biraz daha büyüdü. Yağmur, elindeki koliyi arka odaya bıraktıktan sonra tezgâhın diğer tarafında gözüktü. Üzerinde o kadındaki gibi bir önlük vardı ama kadının rengi maviyken onunki yeşildi. Küçük kızın yanaklarını öpen Yağmur, etrafa bir göz attı.
Oturup onları izlediğimi fark etmem uzun bir zaman aldı. Düştüğüm haller beni gerçekten şaşırtıyordu. Bakışlarımı telefonuma indirdim ve kahvemden bir büyük yudum aldım. Hakan’ın mesajına cevap verdim. Ofise gitmem gerekiyordu artık.
Ben kalkmak üzereyken kadının ve çocuğun hareketlendiğini fark ettim. Kadın, önlüğünü çıkarıyor ve solundaki askıya asıyordu. Küçük kız da Yağmur ile eğleniyordu. Kadın, üzerine ince bir ceket giydikten sonra Yağmur’a hemen geleceğini söyledi ve küçük kızın elini tuttu.
Küçük kız heyecanla tezgâhın diğer tarafına geçti ve kadını da peşinden sürükledi. Kadın, tezgâhın diğer tarafına geçince gözlerimi onun üzerinde tutma isteği çok baskın geldi. Onu baştan aşağı inceledim.
O an fark ettiğim şey, kahvenin damağımda bıraktığı o tadı acılaştırdı.
Kadın, elini karnına koydu ve dikkatli adımlar atmaya başladı çünkü dünden beridir aklımı kurcalayan, ona karşı merak duymamı sağlayan kadın, hamileydi.