Çoktan Geçmişti Çizgiyi Kalbimiz
☂️
MAYIS
Sabahın koşuşturması yine aynı şekilde başlamıştı. Ben her zamanki gibi kahve demlemiş, poğaçaları ve sandviçleri yapmış, siparişleri almaya başlamıştım. Yağmur bugün daha erken gelecekti. Annesi artık kendisini toparlamıştı ve bugün doktor randevusu yoktu. Bu yüzden yüküm biraz daha azalmıştı.
Aklımdan onu geçirdiğimde Yağmur kapıda belirdi. Hemen önlüğünü giyip bana yardım etmeye başladı ve sabahın o yorucu telaşını beraber atlattık. Bugün dükkâna hem tanıdık hem de tanıdık olmayan birçok yüz geldi ama geçen iki günün aksine o beyefendiyi bugün görmedim.
Demek ki hevesi iki gün içerisinde geçmişti ve diğer her plaza çalışanı gibi CoffeeShop’un müşterisi olmuştu. Hem üzülmüş hem de üzülmemiştim açıkçası. Onu burada görmek, yaptığım işten keyif almamı sağlamıştı, evet. Sonuçta birçok farklı insana hitap ettiğimi anlamıştım ama artık gelmediğine göre pek de öyle olmadığını gördüm.
“Sen çok ayakta kaldın. Otursana şuraya.” Yağmur’un bana söylediklerini duyunca kendime geldim. Masaları silmekle meşguldü ve dükkân şimdilik sakindi. Bu yüzden oturmakta sakınca görmedim. Bebeğim büyüdükçe ayakta kalmak benim için daha da zorlaşıyordu ama işi bırakmak için henüz erkendi. Açıkçası sekizinci aya kadar da çalışmayı düşünüyordum. Çalışmayıp ne yapacaktım ki?
Önlüğümü çıkarmadan tezgâhın diğer tarafına geçtim ve masaya oturdum. Yağmur vitaminlerimi yanında bir su ile getirdi. İçmemi izlerken o da diğer sandalyeye oturdu.
“Kaç günlük oldu şimdi kerata?” diye sordu elini çenesine koyarak. Gülümsedim ve “30. haftamıza girdik bakalım.” dedim.
“Gözümüzün önünde ne de çabuk büyüyor?” Yağmur’a hak verdim. Rüzgâr’a hamile olduğumu öğreneli sanki bir hafta geçmiş gibiydi. O bir hafta içerisinde yaşadıklarımı hatırlamak ise ömrümden çalınan ömrümü hatırlattı bana tekrar. Gülüşüm soldu, gözlerim yine hafiften doldu ve burnumun direği sızladı ama ağlamadım.
“Ağlamak yok!” dedi Yağmur ve yanımdaki sandalyeye kaydı. Omzuma kolunu atıp beni kendisine çekti. “Küçük Rüzgâr’ın kocaman bir ailesi var. O çok güzel bir hayat geçirecek. Sen çok güzel bir anne olacak ve çocuklarının mutluluğu için her şeyi yapacaksın. Teyzeleri de gerekirse gece gündüz çalışacak, o iki keratanın hep mutlu olmasını sağlayacak. İkimiz onların çatısı olacağız. Ne yağmur girecek evimize ne de rüzgâr sızacak kapımızın altından.”
Bu sefer gözyaşlarımı tutamamıştım. Yağmur, aylardır çektiğim yalnızlığı benden alabilen tek kişiydi. Onun çocuklarımı büyütürken yanımda olacağını bilmek bana güç veriyordu. Yıkılacağımı düşünsem bile onun ayakta kalacağını bilmek bana umut veriyordu.
“İyi ki varsın Yağmur.” Daha sıkı sarıldı bana.
“İyi ki varım tabii. Ben olmayayım da kimler var olsun?” dedi büyük bir özgüvenle. İkimizin de gözleri dolu doluyken gülmesini sağladı.
☂️
ŞAFAK
Günlerim yine aynı koşuşturma ile devam etti. Üzerinde çalıştığımız proje artık hayata geçmek üzereydi ve iş yüküm haddinden fazla artmıştı.
Şikâyetim yoktu. Yine sabah dörtlere kadar sabahlamalarım başlamıştı. Üç saate yakın uyuyor, sonra uyanıp hızlı bir duş alıp evden çıkıyordum. Ofise geliyor, Ahra’dan günlük raporları alıyor, ardından varsa toplantıma giriyor yoksa da bütün gün odamda projeyi bitirmekle uğraşıyordum.
Kahveyaz’a gitmeyeli bir hafta oldu. O kadını çocuğu ile gördükten sonra üstüne bir de hamile olduğunu öğrenmem, bir daha o dükkâna adım atmamı engelledi. O kadına bakmak, gözlerimi onun üzerinden çekememek, neşeli hallerini izlerken farkında olmadan kendimin de gülümsediğini görmek büyük bir yanlıştı.
Belli ki evliydi, mutlu bir ailesi vardı ve doğacak çocuklarını da bekliyorlardı. Bu kadına ilgi duymak, onu merak bile etmek yasaktı bana. Zaten saçma bir ilgi ve meraktı. Sokaktan geçen birçok neşeli, gülen, delidolu kadın vardı. Bu kadını onlardan ayıran bir şeyler yoktu ki.
Benim çok yorgun olduğum zamanlara denk geldiği için onu ilgi çekici bulmuştum. İçimden gelen bir dürtü beni ikinci kez o kafeye sürüklemişti ama o gün göreceğimi görmüştüm ben. Ailesi olan, çocuk bekleyen bir kadına ilgi duymayacak kadar aklım yerindeydi.
Bir an önce unutmak isteyeceğim bir anı olarak kalacaktı.
☂️
MAYIS
Mayıs ayının sonuna gelmiştik ve havalar artık daha sıcaktı. Bu yüzden müşteri yokken Yağmur ile dışarıdaki masalarda oturuyor ve sohbet ediyorduk. Onun yaptığı kurabiyelerden yiyor, benim yaptığım limonatalardan içiyorduk.
Yağmur bir yandan okuyordu. Yirmi dört yaşındaydı. Son sınıf olduğu için tez yazmakla da meşguldü. Bu konuda onu yardımcı oluyordum. Akademik çalışmaları nereden bulacağı konusunda onu yönlendiriyordum. Benim gittiğim kütüphanelerde, üye olduğum e-kütüphanelerde onun işine yarayacak birçok kitap vardı ve bunları gördükçe Yağmur’a iletiyordum. Yani şu sıralar Yağmur’un en sevdiği kişi benim.
İkinci hamileliğim ilkine göre daha farklı geçiyordu. Ansızın mide bulantıları yaşayabiliyordum. Bir de karnım daha hızlı büyüyordu. Dokuz ay boyunca yaramaz oğlanı karnımda nasıl taşıyacaktım, henüz bilmiyordum. Son bir ay dükkanla ilgilenemeyecek duruma gelecektim. Yağmur, Yaz ile ilgilenebilirdi bu yüzden biraz rahattım ama yine de hamilelik süreci benim için gittikçe zorlaşıyordu.
Yan dükkândan Yavuz’un çıktığını görünce ona gülümsedim. O da gülümseyip yanımıza geldi ve masadaki diğer boş sandalyeye oturdu. “Nasılsınız bakalım?” deyip Yağmur’un limonatasından içti. Sol elini karnıma koyup “Seni yoruyor mu aslan parçası?” diye sordu.
Yavuz, yanımdaki berber dükkanının sahibiydi. Benim buraya kiraladığım ilk günden beridir bana yardım ediyordu. Masalar geldiğinde masaları tek tek kendisi taşımıştı. Raflara fincanları yerleştirirken bizzat iki tanesini kırmıştı. Bütün elektrik ve su tesisatını o yapmış, benden para bile istememişti.
Her para konusunu açtığımda, “Dua et seni çok seviyorum.” diyerek beni susturmayı başarırdı. Ben de ona borcumu poğaçalarımdan, keklerimden, o çok sevdiği dibek kahvesini yaparak ödüyordum. Birkaç kez da burada büyük sofralar kurmuştuk ve kardeşi ile gelmiş, yemeklerimi silip süpürmüştü.
Bekar bir adamdı ve kardeşiyle yaşıyordu. Bu yüzden ev yemeklerine hasretti. Ben de onu mutlu etmek için yaptığım yemeklerden birer kap ayırırım ona. Çok sevinir, en sevdiği insan olduğumu tekrar ve tekrar dile getirirdi.
Gülümsedim. “Yormuyor beni, güzel oğlum.” Elimi karnıma koydum. “Hiç yormaz o annesini.”
“Yürümeyi öğrenince hatırlatacağım bunu.” Yağmur limonatasından bir yudum aldı. “Teyzesine çekecek o. Zıpır zıpır gezecek etrafta. Eteklerine yapışacak. Yorgun düşüp uyuyana kadar burnundan getirecek. Görürsün.”
“Bir de en yakın arkadaş olacak. Kavgada söylenmez böyle şeyler.” dedi Yavuz. Kıvırcık saçlarını örten bir şapka takmıştı bugün. Sakallarını da kısaltmış, birkaç yaş gençleşmiş duruyordu. Üzerindeki mavi gömleği ve kot pantolonuyla da gözüme daha genç gelmişti bugün.
“Yavuzcuğum, uçaktan korksak trene binmezdik. Yaz burnumdan getiriyor, Rüzgâr’a bağışıklığım olacak benim. O yüzden korkmuyorum. Zıpır olsun benim güzel yeğenim. Beraber zıpırdarız.”
Yavuz ve ben güldük. “Ne diyor bu, anlıyor musun sen?” dedi Yavuz.
Yağmur, elindeki kurabiyeyi Yavuz’un ağzına zorla sokunca Yavuz sitem eder gibi bir şeyler mırıldandı.
Yağmur bana döndü. “Ne diyor bu, anlıyor musun sen?” diye sorunca Yavuz kaşlarını çatarak bense kahkaha atarak bakmıştım Yağmur’a.
İkisinin normal bir diyaloğunu bir kere bile duymamıştım şu koca altı ayda. Sürekli didişirler, ben de ortada ortanca çocuk gibi kalırdım. Sürekli birbirlerine laf sokar, sonra “Ben daha iyi laf soktum, değil mi?” diye bana sorarlardı.
“Deliler.” diye mırıldandım ve limonatamı Yavuz’a uzattım çünkü Yağmur boğazında kalsın diye çok içten dua etmiş olmalıydı. Bana gülümseyip bardağı aldığında Yağmur’a “Sen bittin kızım.” bakışları attı. Yağmur da ona korkutucu bakışlar atarken ben de onları gülümseyerek izledim. İkisini de apayrı seviyordum.
☂️
ŞAFAK
Yarın çok önemli bir toplantımız vardı. Bu yüzden Hakan’ı beklemek diğer günlere nazaran daha sinir bozucuydu. Ondaki raporlara acilen ihtiyacım vardı ama beyefendi henüz sıcak yatağından kopup gelememişti.
Ahra’dan bir kahve istedim. Sonunda ofisteki aptal kahve makinesinin bozulmadığı bir gündü. Ahra kahvemi getirdikten beş dakika sonra Hakan yine kapıyı çalıp bir saniye sonra odama girdi. Elinde evrak çantası görmeyi beklerken Kahveyaz’ın tanıdık paketini görmek, beni şaşırtmıştı. Bu yüzden sırtımı koltuğuma yaslayıp kaşlarımı çatarak baktım ona.
“Neredesin oğlum sen?” diye söylenirken Hakan koltuğa kendisini bıraktı.
“Sabah sabah o poğaçalardan aşerdim lan resmen. Rüyama falan girdi. Bir tuhaf oldum. Biraz daha o poğaçaları görürüm diye uyuyayım dedim bir saat uyumuşum. Göremedim de anasını satayım.” diye söylendi. İri cüssesinin aksine şu çocuksu halleri beni her geçen gün şaşırtıyordu. Bazı insanlar yaş alıyor ama büyümüyordu işte.
“Sonra gittim poğaçaları kaptım geldim. Kahvesini de övdüler, dedim kahvesinden de alayım.” Önüme bir paket poğaça paketi bıraktı. “Sen kahvesini sevmezsin diye sana almadım ama bu güzel kardeşin poğaça almayı unutmadı.” Poğaçaların o tanıdık kokusunu almak beni sersemletmişti.
Kahveyaz’a gitmeyeli üç hafta oluyordu. O günden sonra gitmeme kararı almıştım ve gitmemiştim de. Fakat poğaçaların kokusu ayaklarımı yine oraya yönlendirecek kadar güzeldi. Bir de Hakan’ın elinde tuttuğu kahveyi arsız yanım öyle çok istemişti ki ben de bu halime şaşırmıştım.
“İnsan arkadaşına kahve almaz mı lan, hayırsız!” Sırtımı koltuktan ayırdım ve dirseklerimi masaya yaslayıp sağ kolumu ona uzattım. “Ver o kahveyi, sen bu zift kahveyi iç.” deyip Ahra’nın bana getirdiği kahveyi gösterdim.
Hakan, söylediklerimden sonra güldü ama bir şey demedi. Başını iki yana bilmiş bir havayla salladı, sonra da kahveyi bana uzattı. Ben o kafeye bir daha gitmeyeceğimin sözünü vermiştim ama sonuçta kahvesini içebilir, poğaçasını da yiyebilirdim, değil mi?
☂️
MAYIS
Bu akşam saat ona kadar sürecek bir etkinlik vardı. Bu yüzden kafeyi sekizde kapatmamıştım. Yağmur, annesine bakmak için erken çıkmıştı. Çok büyük bir ekip olmadığı için onlarla ilgilenebileceğimi söylemiş, gitmesine izin vermiştim. Aklı bende kalmış olsa da annesinin yanına gitmişti.
Ekip sekizde gelmişti. Kahveyaz’ın meşhur makarnalarından sipariş etmişlerdi. Ardından herkes kahvesini almış, koyu bir sohbet başlamıştı.
İlkokul arkadaşları seneler sonra bir araya gelince konuşulacak birçok konu oluyordu elbette. Herkes mesleğini eline almış, hayatta bir noktaya gelmişti. Bu yüzden konu konuyu açıyor, birçok şeyden konuşuyorlardı.
Ben de mutfak temizliğini bitirmiştim. Yalnızca kahve fincanlarını da makineye atacak, ardından dükkânı kapatacaktım. Onlar sohbet ederken ben de kitabımı elime almış, çalışmaya başlamıştım. Yaz, komşuda olduğu için çalışmak için en doğru zamanlardan biriydi.
Saat on buçuğu gösterdiğinde ekip hesaplarını ödeyerek dükkândan ayrıldı. Mutlaka bir daha geleceklerini söyleyerek ayrıldıkları için yüzümde asılı kalmış bir tebessüm vardı masaları silerken. Fincanları da toparlayıp tezgâhı sildim ve ışıkları kapatmak için şaltere doğru ilerleyecektim ki kapının zili çaldı.
“Maalesef kapalıyız.” Arkamı dönüp kapıya baktığımda gördüğüm insanlar nefesimi kesti. Elim karnıma gitti, geriye doğru bir adım attım istemsizce.
“Hayırdır, bizi gördüğüne şaşırmış gibisin?” Konuşan kayınbabamdı. Eski kayınbabam…
Üzerinde her zamanki gibi takım elbise vardı. Ruhunun kirini saklayabileceğini sanıyordu beyaz gömleğiyle. O kravatını bağlayınca bana hiç elini kaldırmamış saygın bir adam olduğunu sanıyordu.
“Ne işiniz var sizin burada?” diye sordum. Geriye doğru bir adım attım. Nabzım hızlanmış, ellerim titremeye başlamıştı. Telefonum dinlenme odasındaydı. Ne KADES’i kullanabilir ne de polisi arayabilirdim bu uzaklıktan.
“Bizden nereye kadar saklanacaktın Mercan?” diye sordu kayınbabam. Yanında Yusuf’un abisi, eniştesi ve amcası da vardı. Bunca zamandır beni aramaya devam mı etmişlerdi? İzimi kaybettirdiğimi düşünürken beni mi izlemişlerdi uzaktan?
“Baba yapma.” Tezgâhın arkasında kalmaya devam ettim. Hamile olduğumu bilmiyorlardı ve eğer öğrenirlerse ben biterdim. Tezgâhın mümkün olduğunda karnımı saklamasını umdum. “Polisi arayacağım. Çıkın dükkanımdan!” Sesimi baskın kılmaya çalışmıştım ama korkum sesime yansımıştı. Kendimden değil Rüzgâr’a zarar vermelerinden korkuyordum.
“İşler çirkinleşsin istiyorsun yani, öyle mi?” Yusuf’un amcası bana doğru gelmeye başladığında dinlenme odasına kaçmaya çalıştım ama tezgâhın benim olduğum tarafına geçmiş ve kolumu tutmuştu. Gözleri direkt karnımı bulmuş ve “Hassiktir!” diye bağırmıştı. “Hamile lan bu! Yine hamile bu!”
Kayınbabamın bakışları sarsıldı. Gözlerinde kısa bir an da olsa merhamet görmeyi bekledim. Torununu karnında taşırken bana zarar vermez diye düşündüm ama başıma ne geldiyse onların iyi bir insan olduğunu düşünmekten gelmişti zaten. Bana baktıkça daha da öfkelendi. Burnundan solurken “Buraya getir.” diyerek emir verdi. Kardeşi itiraz etmeden tezgâhın diğer tarafına geçirdi beni ve kolumu sıkıca tuttu. Kurtulmak için çırpındım ama belirgin karnımla yapabildiğim hareketler kısıtlıydı. Yanlış bir hareket yapmaktan da kaçınmam lazımdı. Ama böyle olursa kendimi nasıl koruyacaktım?
“Yalan mı söyledin bize?” Kayınbabam bana doğru yürüyünce bir korku nidası koptu dudaklarımın arasından. “Torunumuzu alıp kaçıp gittiğin yetmiyormuş gibi doğmamış torunumuzu da mu aldın bizden?”
Ne diyeceğimi bilemedim. Dört adam çevremi kuşatmışken bu adamlardan nasıl kaçacağımı düşünemeyecek kadar korkmuştum. Bedenim kaskatı kesilmişti ve karnıma aniden bir kramp girince iki büklüm oldum. Yusuf’un amcası kolumu tutmaya devam ederken boştaki elimi karnıma bastırdım ve dizlerimin üzerine çöktüm.
“Kalk ayağa!” diye bağırdı kayınbabam. Yusuf’un amcası kolumu yukarı doğru çekti. Ayağa kalkar kalmaz kayınbabam yüzüme sert bir tokat atınca başım sol tarafıma düştü. Gözlerim yaşlarla doldu ama ağlamadım. “Sen benden torunlarımı nasıl alırsın?” Bir tokat daha atmıştı. Dişlerimi sımsıkı birbirine geçirdim. Dayanmam lazımdı, bitecekti. Hep bitiyordu. Bu sefer de bitecekti. “Bulamayacağız mı sandın?” Bir tokat daha attı ama bu sefer kaşımı hedef aldı. Şakağımdan kan aktığını hissettim. “Fare deliğine girsem bulurum seni!” Bir tokat daha atınca bilincimi kaybedecek gibi oldum.
“Ben seni o deliğe sokarsam yine böyle ahkam kesebilecek misin?” Konuşan kişi buradaki biri değildi. Başım döndüğü için olanları kavrayamadım ama bir yumruk sesi işittim. Kayınbabamın acı dolu sesini duydum. Yusuf’un amcası kolumu bıraktığı için yere çöktüm ve iki elim de karnıma gitti. Ani hareketim yüzünden bir sancı daha girdi, acıyla inledim.
Başımı kaldırdığımda gördüğüm manzara beni daha da şaşırttı.
Haftalar önce kahve almaya gelen adam, benden sürekli kahve alan Ömer Abi ve daha bugün benden kahve ve poğaça alan sarışın adam, bana saldıranlarla kavgaya tutuşmuştu. Ömer Abi, Yusuf’un amcasına bir kafa atınca yere yığıldı Murat amca. Sarışın adam, Yusuf’un eniştesine yumruk atmış, sersem halinden de yararlanıp dizine bir tekme geçirip yere düşürmüştü.
Kayınbabam, benden kahve alan adama bıçak çekince ellerimi ağzıma kapattım ve ağlamaya başladım.
Sarışın adam, “Dikkat et!” diye bağırdı ama onun tüm dikkati kayınbabamın üzerindeydi zaten. Kayınbabam birkaç kez bıçağı ona doğru savurdu. Ben nefesimi tutarken o geriye doğru kaçmayı bildi. Sonra bir boşluğunda kayınbabamın eline bir tekme atınca bıçak kapıya doğru sürüklendi.
Kayınbabamın karnına sert bir yumruk atınca iki büklüm oldu. Murat amca, bir anda belindeki bıçağı çıkarmış ve adama doğru ilerlerken, sarışın adam bir anda önüne geçti ve Murat amcanın kolunu geriye doğru bükerek bıçağı elinden düşürttü. Sarışın adam, Murat amcayı bir çöpmüş gibi geriye iterken, esmer adamın kayınbabamın üzerine eğilip “Bu sizi son görüşüm olsun.” dedi. Kayınbabamın, adama bakışı beni ürküttü. Dudağından akan kanı elinin tersiyle silerken Murat amca onun yanına geldi ve yerden kaldırdı.
Esmer ve sarışın adam, benim önüme geçip onların çıkıp gitmesini beklediler ve hepsi, sersem adımlar atarak dükkândan ayrıldılar. Sola dönmüş, uzaklaşırlarken kayınbabamın bana olan bakışını gördüm ve olduğum yerde buz kestim. Şimdi gidiyor olmaları hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Aslında her şey yeni başlıyordu.
“Hakan iyi misin?” Esmer adam, sarışın adama sormuştu soruyu. Hakan olduğunu öğrendiğim adam, başıyla onaylayınca onun gözleri beni buldu. Nefes nefeseydi. Yanıma gelip diz çöktü. Ağladığımı görmek onu daha da sinirlendirdi. “İyi misin? Yaralandın mı? Bebek iyi mi?” diye art arda sorunca ağlamam şiddetlendi.
Onlar olmasaydı ben nasıl kurtulacaktım bilmiyordum ve elim ayağım taş kesilmişti. Korkudan hareket edemeyecek haldeydim. “Hadi konuş benimle. Bak geçti, gittiler.” Kahve gözleri beni yatıştırmak için sıcak bakışlarla örtülmüştü ama onun da öfkeli olduğunu görebiliyordum. Ömer Abi yanıma bir su şişesi bıraktı ve “Al iç kızım.” diyerek bana uzattı. Daha çok ağlamak istedim.
Yedi aydır kayınbabamı ve ailesini görmüyordum. Onların beni silmeye başladıklarını düşünürken onları bir anda karşımda görmek beni çok korkutmuştu. Biraz önce olanlar tekrar zihnimde belirince bir sancı daha girdi ve acıyla inledim. Karşımdaki adam telaşlandı. “Hastaneye gitmemiz lazım.” deyip benden cevap almadan beni kucağına aldı. Hamile olduğum için normalden daha ağırdım ama beni yine de taşıyabildi. Gözyaşlarım omzunu ıslattı ama itiraz etmedi. Beni bir arabanın ön koltuğuna oturtup kemerimi de bağladıktan sonra tam kapıyı kapatmak için geri çekilmişti ki kolunu sıkıca tuttum. “Yaz yukarıda. Kızım, kızım yukarıda. Komşudan almam lazım onu.”
Dükkânın üzerindeki apartmanda oturuyordum. Hem Yaz ile hem de dükkanla daha rahat ilgilenebileceğim için burada oturuyordum ve Yaz şu an komşudaydı.
“Hakan alır kızını.” dedi. Hakan’a güvenebilir miydim bilmiyordum ama Ömer Abi’ye güveniyordum. “Ömer ile biz gelene kadar hem dükkâna hem de kızına göz kulak olurlar. Tamam mı?” deyince başımla onayladım onu. Komşunun daire numarasını söyledim, o da Hakan’a iletti. Hakan, dükkânın üzerindeki apartmana girince rahatladım. Ömer abi de dükkânın önündeki masaların birine oturmuştu.
Kalbimde bir minnet duygusu oluştu. Gözlerim doldu ama ağlayamadım. Bir sancı daha girse ve oğlum zarar görürse yaşayamazdım ben. Metanetli olmaya çalıştım.
Şoför koltuğuna oturduktan sonra bakışları bana döndü. “Ben Şafak.” diyerek tanıttı kendisini. “Benden de korkuyor olabilirsin ama sadece sana yardımcı olmaya çalışıyorum. Kızın da dükkânın da güvende. Merak etme.” dedi. Yüreğime su serpilmiş gibi hissettim.
“Adım Mayıs.” dedim. “Ve teşekkür ederim, her şey için.”
“Etme Mayıs.” Bakışları kısa bir süre karnıma takıldı. Derin bir nefes aldı, başını kaldırıp kahve gözlerini yüzümde, kaşımdaki yarada gezdirdi. Sonra arabayı çalıştırdı.